SİNAN KIZILKAYA
Sağ siyaset söyleminin hâkim olduğu ana-akım tartışmalarda “Kürtleri kim temsil eder” sorusu sıklıkla öne çıkarılır. Çünkü bir amaca yöneliktir. İnkâr ederek amacına ulaşamamış siyaset, bu sefer de Kürdün varlığını tanırken onun güç sahibi olmasını engellemek için temsilini imkânsızlaştırmaya çalışır.
Muhatap olduğumuz ve karşısında cevap üretmeye mecbur olduğumuz sorular, aslında Kürdün medeni bir siyasi varlık olamadığını ima eder. Bu nedenle de kamusal tartışmalara eşit ve meşru bir aktör olarak dahil olamayacağını ve kamu gücünden bir paya hak sahibi olamayacağını imleyen içeriğe sahiptir.
**
Kürt direnişi, İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e geçiş döneminin siyasi elitleri eliyle inşa edilen ulusun homojenliği ve ebediliği anlatısını boşa düşüren bir rol gördü. İnşa edilen yeni ulus tahayyülünün, onlara kendi isimleriyle eşit vatandaşlar olarak var olma hakkı vermediği aşikâr olduğundan beridir bu direniş farklı yol ve aktörlerle sürdü. Defalarca yenilmesine rağmen itirazını devam ettirdi. Fakat diğer taraftan yeni düzen de yapısal karakterini katılaştırdı. Her seferinde itirazların maliyeti arttı ve direnişler daha uzun süreye yayıldı. Çünkü ulusun ideolojik tasavvurunun savunucusu olan elitler bu tasavvura katılım şartıyla statüler ve sermayeler dağıttılar, ekonomi-politik ve bürokratik bir düzen kurdular, dışarda da bir medeniyet ve değerler dünyasına kendilerini dahil ettiler. Yakalanan istikrarın kaybı aynı zamanda Cumhuriyet elitlerinin kazanımlarının ve saygınlıklarının da kaybı olacaktı. İnşa edilen bütün bu düzenin yeniden eşitlik ve müzakere temelinde kuruluşunu talep eden Kürt direnişi ise hem anlatıyı boşa düşürmekte hem de öyle veya böyle yapısal bir dönüşümü talep etmekteydi.

Tabi ki kurulu düzen çoktandır sadece elitlerin düzeni değil. Büyük toplumsal kesimlerin de hem dahil olduğu bir düzen hem de kimlik paydaşlığı ile kaderini bağlı kıldığı bir aidiyet evreni. Şimdi bir daha yeniden kuruluşu veya tanzimin risklerini üstlenebilecek, geçiş dönemi krizlerini göze alacak bir siyasi aktör de ufukta görünmüyor. Haliyle bu durumda Kürt direnişinin Türkiye’ye dayattığı sorulara cevap vermektense soru soran direnişçi aktörlerin meşruiyetlerini tartışmaya açmak daha ehven görünüyor. Çünkü bu yolla çözüm umudu erteleniyor ve itiraz edenin mecali tüketiliyor.
**
Bu tercihler nedeniyle “Kürtleri kim temsil eder” sorusu sürekli karşımıza çıkartılır. Çünkü siyaset sahnesinde Kürtlerin bir topluluk olarak öyle veya böyle gücünü devrettiği bir aktörün varlığı, yeni bir etkileşimi kurmuştur. Artık bütün taraf ve aktörler bu etkiyi hesaba katmaya, bu güçle nasıl bir etkileşime gireceğine dair karar vermeye veya onunla karşıtlığını nasıl meşrulaştıracağını düşünmeye mecburdur.
Soru cevap aramaya yönelmez. Bunun yerine Kürtleri temsil iddiasındaki aktörün temsil iddiasını geçersizleştirmeye çalışır. Bu aktörün temsile hak sahibi olmak için gerekli medeni ehliyete sahip olmadığı ve rasyonel davranış normlarına uyumlu olmadığını iddia eder. Böylece yerine başkasını da koyamayacağı aktörün meşruiyetini tartışırken temsiliyeti muğlaklaştırılır.
Devleti temsil eden hâkim blok çoktandır bu güçle zıtlaşmaya karar vermiştir ve bunun için ahalinin rızasına yeniden muhtaçtır. Sağ siyasetin hâkim söylem olduğu yeni dönem Türkiye siyasetinde, bütün ana-akım mecralar, özellikle sağ siyaset söyleminden ayrılmayarak gücünü koruyan aktörlerin ittifakıyla ortak bir söylemi kurar ve şu soruyu tekrarlar; “Kürtleri kim temsil eder?”
Soru cevap aramaya yönelmez. Bunun yerine Kürtleri temsil iddiasındaki aktörün temsil iddiasını geçersizleştirmeye çalışır. Bu aktörün temsile hak sahibi olmak için gerekli medeni ehliyete sahip olmadığı ve rasyonel davranış normlarına uyumlu olmadığını iddia eder. Böylece yerine başkasını da koyamayacağı aktörün meşruiyetini tartışırken temsiliyeti muğlaklaştırılır. Sonuçta Kürtlerin haklarını savunanların meşruiyeti tartışmaya açılır. Artık inkâr edilmesi daha da zorlaşmış hakların iadesi geciktirilir. Mecburen tanınmış varlık daimî kavgaya mecbur bırakılır.
**
“Kürtleri kim temsil eder” sorusundan önce “Kürtler var mıdır” sorusuna verilen olumsuz cevaplar bir gelenek oluşturmuştur. İnkâr edilirken kurulan düzen, Kürtlerin varlığı şimdilerde kabul edildiğinde de onu pay sahibi kılmamaya matuf bir geleneğin üzerine oturur. İktidardan pay vermemek, kendi diliyle bir dünya kurmasına müsaade etmemek için şimdi de temsile yetkin olmayan temsilciler tartışması açılır.
Kürdün varlığı zorla kabul edilmiştir. Fakat bu kabulün kurulu dengeyi bozmaması gerekir. Tanınma bir hak tazminine dönüşmemelidir. Lütfedilip varlığı kabul edilen ismin eşitlenmesi istenmemelidir. Geçmişteki zorbalığın tescili talep edilmemelidir. Daha önemlisi düzenin yeniden tanzimine yol verilmemelidir. Üstünler üstün olarak kalmalıdır. Bütün bu refleksler sağ siyasetin hegemonyasında bir araya gelir ve güç korunabildiği sürece tekrarlanır.
Sağcı hegemonya kendini daimileştirmek için Kürt topluluğun gücünü kendinde biriktirmiş politik aktörlerin halkı temsil iddialarını sürekli sınamaya çeker. Hegemon güç, ideolojisiz ve hakkaniyetli olduğunu ima eden söylemiyle temsil iddiasını daima sorguya açar ve toplumu da kendine şahit kılar. Aslında hak tanımaya niyetli olduğunu bile ima eder ama temsil iddiasındaki aktörler ehil değildir. Bu haliyle yeni soru şudur; “Bunlar Kürtleri temsile layık mıdır?”
Bu sorunun cevabı elbette bellidir. Ama daha önemlisi sonrasında dile getirmeye niyetlendiği iddiadır. Temsilcilerin liyakatsizliğini iddia eder ve toplumu bunu teyit etmeye davet ederken Kürtlerin temsilini üstlenir. Devlet bloku adına “Kürtleri de ben temsil ediyorum” iddiasına yol alır ve “haklarını da ben takdir edip, teslim edeceğim” der. Öyle ki Kürtçe şarkılarla halaya izin verdiğini ilan eder ama şarkı içeriklerine eğilerek daha düne kadar tekrarlanabilen bazı şarkılar için ceza tayin eder. Karşımıza gelen durum artık inkâr değil, sorumlu medeninin yük üstlenmesidir. Kendini temsil edecek aktörü seçmeye ehil görülmeyen Kürtler adına karar vermeye niyetli, devlet adına icracı bir vasi vardır. Temsilci seçme arzusu bastırılmaya çalışılmış ve temsil yetkisi gasp edilmiştir. Öyle görünüyor ki, devlet bloku arasında bir çatırdama ve ahalinin rızasının kaybına değin, temsili kabullenmeyi reddeden bu gasp siyaseti bir süre daha etkin olacak.
**
Atlanmaması gereken bir unsur da temsili gasp eden bu siyasete yerelden verilen desteklerdir. Çünkü başkasının temsilini gasp etmek kendi başına sürdürülebilir bir siyaset olamaz. Dış bir onayıcı gerekmektedir. Bu onayıcı da yakınında, Kürt toplumunun içinden bulunur. İradesi üzerinde hâkim gücün tasallutu bulunan her toplulukta olduğu gibi Kürt toplumunun da çeşitli iç çatışmaları vardır ve bu çatışmalarda devletin desteği veya koruyuculuğuna ihtiyacı olduğunu düşünen gruplar bulunur. Ya da son dönemlerde yükselmiş temsilci-savunucu grubun öncülük rolünü çıkarlarının aleyhine gören gruplar bulunur. Bu gruplar aracılığıyla, Kürtlerin nasıl temsil edileceği tartışması zaten yürüyordur. Temsil iddiasındaki yeni kuşak savunucuların özellikle otantik ve sahih olduğu varsayılan Kürt kültürüne uygun olmadığı sürekli tekrarlanır. Topluluk gücünü kendinde biriktirmiş aktörün “Kürtleri temsile uygun olmadığı” iddiası yerel aktörlerin söylemi olarak yükseltilir ve devlet blokunun temsili gasp siyasetinin onayıcısına dönüşür.
**
Karşımızda cevap verilmesi gereken soru, Kürtleri kimlerin temsil ettiği değildir. Bu soruya öyle veya böyle temsil hakkının tanındığı koşullarda Kürt toplumunun kendisi cevap verecektir. Eğer böyle bir soru varsa cevabı verme hakkı onundur. Karşımızdaki fiili durum temsil hakkının gaspı ve Kürtlerin herhangi bir aktör eliyle temsil edilebilirliğe hak sahibi kabul edilmezliğidir. Bu sağcı temsil gaspı nasıl krize çekilebilir, kendini temsil etmek isteyen bir topluluğun seçimi hegemon aktöre nasıl kabul ettirilebilir. Cevabını aramamız gereken soru budur.
Bu yazı 15.08.2024 tarihinde Halka Dergi’ de yayınlanmıştır.
Halka Dergi https://halkadergi.org/