İnsan yaşadıklarını ve yapacaklarını tanımlamak ve akabinde adlandırmak zorundadır. Bunlar yapılırken yanı sıra yerine getirmesi gereken sorumluluklar da bir şekilde ifa edilir. Bilgi toplamak, tasnif etmek, önem derecelerini belirlemek, gerçek hüviyetlerin belirlenmesi için temizlik yapmak, titizlik göstermek mecburen ve bağlı işler olurlar.
Görülenlere ve yapılanlara verilecek ad, onu hakkıyla ifade ettiğinde değerli olur.
Doğru ve yanlış, iyi ve kötü herkes tarafından bilinebilir ama bu konuda herkesi fikir geliştirmeye ve gereklerini yerine getirmeye ikna zor iştir. Bu yüzden işin kolayına kaçılır, soyut tanımlarla, sığ sularda seyri seferle yetinilerek meseleler halledilmiş sayılır. Düşünce ve konfor bir arada olamaz.
Konfor, insanı mücerredin kalesine hapseder.
Mücerret kalıplara takılıp kalmak bütün çağrıları kısırlaştırdığı gibi istenmeyenin yanında konumlanma riskini de içerir. Birliktelikler mekanikleşir, özgürlükler kısırlaşır, siyasal talepler teklif ve talep içeriğinden yoksunlaşır. Uyarına gitmek, tamamlanamamak, gerçekleşmeyecek olanı beklemeye mahkûm olmak da işin cabası. Sanatın ve politikanın propagandaya dönüşmesi, amacın kendisinden başka her şeye kayıtsız kalınması, aynı nedenlere bağlı sorunların kesintisiz devamı, insanın trajedisine âşık olmasıyla açıklanamaz. Gayesizlikler ve önyargılar içinde sıkışan toplumlar kuruntuların ve korkuların denetimi altında kalırlar.
Kayıtsızlık ve önemsememek her türden felaketin kapısını aralar.
İnsani her mevzu özüne uygun ve layıkıyla değerlendirilmezse ortalığı saçmalıklar doldurur. Politika, sanat, ekonomi kendisi için, kendine yönelik anlam ifade eden uğraşılara dönüşür. Bu yüzden düzeysizlikler ve kifayetsizlikler başka özlerle, dini, ırki, ideolojik atıflarla örtülmeye çalışılır. Sanattaki düzeysizliğin politik özün desteğiyle, politik kifayetsizliklerin ideolojik tutum desteğiyle varlık sahasında kalmaya direnmesi sıkça rastlanan durumlardır.
Düzeysizlikler, örtmeyi ve ötelemeyi zorunlu kılar.
Somut düzlemde ilerlemek sıhhatli bir düşünce geliştirmenin koşuludur. Tanımlama ve kavramsallaştırma, somuta/müşahhasa davet edici bir ufukla sunulduğunda ancak uyarıcı olabilir. Somutlaşma, kelimeleri ve meramları şeffaflaştırmadır, doğrudan beyandır. Niyetlerin ve görüşlerin açığa çıkarılmasıdır. İnsanın, toplumun dünyadaki gerçek durumunu anlamasına yarayan bilgiyi ve yollarını edinmenin doğru yolu, somuta talip olmaktır.
Belirsizlik karanlıktır.
İnsanın devredemeyeceği bir husus her olan bitendeki sorumluluğunu kabul etmesidir. Bu kabul ediş, somut olanı önemsemek ve nedenleri birbirine bağlamayı gerektirecektir. Savaşlar, göçler, eşitsizlikler, sadece savaş, göç ve eşitsizlik değildir, bunlardan daha fazla bir şeydir. Bir insanın ata yurdundan herhangi bir sebeple muhacir olması, yoksunluklar, adaletsizlikler toplumsal olduğu gibi aynı biçimde insanlığa ait uluslararası bir sorundur. Hallerin her düzeyde sorunsallaştırılmasıyla karşılaşacağımız apaçık gerçek, enfüsi ve afaki değişimin gerekliliğidir.
Toplam ve köklü değiştirme kaygısını içinde taşımayan her tanımlama ve çaba eksiktir.
Bireyden bireye kurulan insan hakları arayışı ve dayanışma benzeri iyiliklerin, temel insani bağların olması gereken özelliğine katkısı sınırlıdır. Her iyilik kanatlarıyla birlikte ancak istenilen yüksekliğe erişir. Bu kanatlar: Amacın ve bu amaca ulaşmayı imkanlı kılan pratiklerin varlığı, diğeri de samimiyet ve doğrulukla belirlenmiş bir yol ve yolcuların varlığıdır. Fikirlerin ve inançların seviyesini temel olgulara yönelterek yüceliğe ulaşmasında, iyiliğin, hayat içinde bir gerçekliğe dönüşmesine engel, toplumların bireyci ve sınıfsal çıkarlar etrafında dağınık olmaları halidir. Efsanelerle gerçekler farklıdır.
Dağınıklık her iyiyi sözde hale dönüştürür.
Bu kapsamda nesillerin bütünleştirme sorunu hep vardır ve olacaktır. Nesil vurgusunun nedeni, zamanda gerçekleştirilecek tüm birleştirici faaliyetlerde, somut etkinin emek olmasıdır. Her nesil, geleceğini içinde taşırken, kazanım ve kayıpları da kendi günlerinde/asrında olur. Devredeceği bayrak bu kayıplar ve kazanımlardır. Doğru tavır şimdiyi doğru kurmak ve yaşamak, şimdinin geleceğini üretmektir.
Zaman ile emek arasındaki ilişki insanın hem özgürlüğü hem de edimlerinin sonuçlarıyla ile ilgilidir. Her insan veya toplum kendisini çerçeveleyen koşulların içinde doğar. Bu koşullar değişmez, değiştirilemez nitelikte değildir. İlişkilerin dönüştürülmesiyle farklı ve yeni tarihsel koşulların oluşacağı kesindir. Eğer bu ilişkilerde süreklilik sağlanırsa kişilik hakları ile toplumsal varlığın birlikte ve bütünleşerek oluşumu ve gelişimi gerçekleşir. Toplum nasıl bireyi yapıyorsa birey de toplumu yapar. Emek bu ilişkinin merkezinde yer alır. Emek birey emeğinden daha fazla bir şeydir ve kişinin insanlık görüşlerini açığa çıkaran bir özelliğe sahiptir. İnsanın insanlığına engel olan eksikliklerden ve engellerden kurtulmasının nedenidir. İnsana, senin hakkın ve sorumluluğun özgür olmaktır diyebilmek için ona bu anlamı veren derin hak isteği ile arasında mesafeyi kaldıran koşulların ve çabaların da yaşam süresi içinde var kılınmasının gerçeklik zeminidir, emek. Emek, insanlığa bağlı, hür tefekkürün en güzel adlandırmalarındandır.
Her nesil kendi emeğiyle varlık sahnesinde olacaktır.
İnsanın yükü özgürlüğüdür. Bu yük bireyin tek başına taşıyacağı türden değildir. Gerçek, herkesin kişisel hikayesinin üstünde bir yerde konumlanır. İnsan kendi bütünlüğünü ancak ahvali içinde kavrar. İnsanın altına ve üstüne bir şey koymadan, kendisiyle var olacağı tüm sentezlerin son halkası emeğidir. Onu boğmayacak, mutlu edecek tek ilişki düzlemi de emek üzerine bina edilecek dayanışma ilişkileridir.
Emek insanlığın halesidir.
İnsanlığı seçmek
Toplumların her tarihsel aşamasındaki önemli uğraşı konusu, insan özlemlerinin çeşitli ifade tarzlarıyla somutlaştırılmasıdır. Her insan bu anlamda bir entelektüel tasarımcı ve eylemcidir. Nicelik ve nitelik farklılıkları görelidir. Önemli olan bilinçtir ve belirtisi, olan bitenin nedenleriyle doğru kavranmasıdır. Nedenlerin kavranması, içinde bulunulan nesnel koşulların bilgisiyle ve yönlendirmesiyle ancak mümkün olabilmektedir.
İnsanlar akan tarihin içinde bir yerde konumlanır, tarafsızlık yoktur.
İnsan kendisini ve koşullarını bilerek bir karar ve eylem sahibi olur. Eyleminin farkında olan kendisinin bilgisine de vakıftır. Bir eyleyişin başlangıcı ya özgür insanın tefekkür ve idrak ekseninde gelişen, açık niyetlerle izhar olan, ölçüsü ve etkisi belli, ünsiyet oluşturan adil takdirlerdir ya da zor altında kalınan bir mecburiyet veya hür iradeye karşı geliştirilen, kendisine ya da başkasına özel fayda arzusuna ilişkilendirilmiş ünsiyet bozulmasına neden olan hevesleri taklittir.
Heves ünsiyetin zıddıdır.
Ünsiyet, yakınlık, yetkinlik ve dayanışmadır. Yakınlık insanların birbirleriyle ve tabiatla geliştirdiği ilişkilerin niteliğinde aranır, doğru ilişki yakınlaştırır yanlış uzaklaştırır. Yetkinlik toplumsal hayatta birlikte kazanılan bir haldir. İnsan tek başına veya kendisini yalıtmış gruplarla yetkinliğe ulaşamaz. Dayanışma alemin işleyişindeki gerçek düzendir.
Ünsiyet canlılık ve neşenin sebebidir. Başlangıcı sevgi sonucu saadettir.
Herkes bir biçimde, kolay olmayan yaşam gerçeğinin içindedir. Kişi, fikirleri ve eylemleriyle ya doğruluk yolundaki adil takdirlere sahip eşitlikçi ya da hile ve zulüm yolundaki bir hadsizdir. Üçüncü bir tavır yoktur. Tarafsızlık mümkün olmadığı için, insan her türden işleyişin öznesidir. Düşünce ve eylemler her koşulda ve şartta insana ait bir çözümleme/idrak düzeyinde gelişir. Özgürlüğün yitimi, insanın surete (genetiğe), bir başka ifadeyle eylemsizliğe gerilemesidir. İnsanlıkta, eylemden dışlanmış bir düşünce mümkün değildir. İnsanın bu evrene ait oluşu eylemiyle kanıtlanır. Eyleyişten ayrı bir insani varoluş algısı sorunludur.
İnsan, uğraşısı ne ise odur.
Onun uğraşısını gösteren özellikler, gayretindeki sebeplerde belirginleşir. Gayretinin doğruluk ve gerçeklik üzerine olması onun işlerinin yönünü ve içeriğini tayin eder. Ama nice kötülükler hile süsüyle güzel gösterilebilir. Topluca yapılan işlerde karşılaşılan genel hal hatası, hilelere başvurmak veya kanmaktır. Bu hatadan korunmanın yolu, usulü muhkem kılmaktır. Usulün sağlam olmasının şartı, uğraşıların anlamını ve hedefini belirleyecek seçme ve yapma özgürlüğünü, birbirlerinden ayırmadan kuvvetle talep etmektir. İnsanlığın özgürlük tarihi, kendisini kuşatmaya çalışan tutsak edici hileli anlayış ve yöntemlerle mücadeleyle bilinir.
Füru usule bağlı gelişir.
İnsan, seçim yaparak aslında kendisine bahşedilmiş en değerli vasfını, özgürlüğünü kuşanır. Her sosyal ve ekonomik koşulda diğer bir ifadeyle insanlığın her tarihi aşamasında bir seçme ve buna bağlı eyleyiş sorunu vardır. İnsanın özgür oluşunun hakikati, bu kararlarda belirginleşir. O, tercih ettikleri ve yaptıklarıyla vardır.
Seçmek öncelikle, seçmeme sorumsuzluğuna karşı seçme eylemini cesurca kabul etmektir.
İnsanlığın ilk büyük düşüşü seçme sorumluluğunu yerine getirmemesidir.
Bahse konu insan, insanlığın büyük kısmının ifadesi olan, hemcinsleriyle ve tüm varlık alemiyle kaderini ortaklaştıran, istihkakı, ihtisası, ancak çalışmasına bağlı gerçekleşen ve yaşamında zahmetiyle ancak varlık kazanan bir özel kimliktir. Bu özel kimlik, birbirlerinin tecellisi olan insanlıktır. Bu insanlıktan kendini farklılaştırmaya ve ayrıştırmaya heveslenenler olduğu bir gerçektir. Kendini bu şekilde konumlamaya çalışanlar insanları, aldatma ve hakimiyetleri altına almak için kendilerine itibar ve imtiyaz sağlayacak özel sıfatlarla tesmiye ederler.
İnsan olmaya ve kalmaya çalışmak ile insanlıktan uzaklaşmak farklı amaç ve yolları olan tutumları havidir.
Emek kapısı, hak kapısı
Özgür insan amaçlarıyla hareket eder. Amaçlarını bir fikir veya düşünce olarak sunar. Amaç, eyleyiş iradesini sağlar. İnsan çalışma ve buna bağlı sonuçlar zorunluluğuyla muhataptır. Çalışmaktan kasıt bir hayrı veya nimeti kazanmaktır, aksi aldanıştır. Yaptıklarının bir karşılığı mutlaka olacaktır. Şüphesiz ki insan ancak takati ve vüsatı ölçüsünce bir eyleyiş içinde olabilir. Fakat her hâlükârda insani emeğin, ihtiyaçların tahsil kabiliyeti, inkâr olunamayacak bir gerçektir. Yeter ki maddi koşullar ve gerekli ilişkiler bu kabiliyetlere uygun yapıda olsun.
Alemin olması gereken düzeni budur.
İnsan çalışması ihtiyaç duyulanları kazanmaya yönelik olduğundan, talep etmek, aramak ve ulaşmak için çabayla yapılan işlerin tümünü kapsar. Gösterilen çabalar, insanın hürriyetini kısıtlayıp ellerini ayaklarını bağlamıyorsa, sürekli bir bocalamayı zorunlu kılmıyorsa, kendisinin ve başkalarının zararına ve aldatılmasına sebep olmuyorsa, ihtilaf ve fesat doğurmuyorsa, imkanlara ulaşmak kısıtlanmıyorsa, herkes için şartlar ve imkanlar aynı ise bu çalışmaların tümünün vasfı, emektir. Eğer bu kusurlardan birini haiz ise, gerçekçi bakışla, kusur ve eksiklik ile maluldür. Bu hal ise ihtiyaçların kâmil manada temininin önünde engeldir.
Her nesil ihtiyaçlar düzenini güncelleştirilmiş mutabakatlarla belirler.
İnsan, emeğine muhtaç olandır. İnsan da insana muhtaçtır. Bu yüzden, emeğin kendisinden ayrılmaz bir özelliği, başkasından ve başkasına fayda içermesidir. Fayda ihtiyacın karşılanmasıdır. Fayda, insan için nesillerinin geleceği ile dünyanın korunmasını da içerdiğinde insan ve emek artık birbirinin yerine konulan aynı imgeye dönüşür. Dünyada hiçbir şey anlamsız değildir. Yaşanabilir bir dünyayı sağlamak, korumak insan eylemin bilincine bağlı bir adli takdir meselesidir. Her bir varlığın anlamını bulmak ve bunun gereğini yerene getirmek, alemin hayatiyetine bilinçle katılmaktır.
İnsanın çalışmasının iki türlü semeresi vardır. Bunları neticesi hazır olan ve ele geçen ile neticesi hemen oluşmayan ve ele geçmeyen semereler diye tarif edebiliriz. İnsanların yakınlığını/karabetini artıran ve sürekliliğini mümkün kılan, faziletli davranışlara rağbet edilmesini sağlayan insani emek fikri, hatırlatıcı ve hazırlayıcı bir fonksiyona sahiptir. İnsana hatırlatacağı onun edimleriyle var olacağıdır. Hazırlayacağı ise diğer insanlarla birlikteliğidir.
Emek mahza hayırdır ve insan için başka da bir beklenti ve hayır kapısı yoktur.
Koşullar her nesil için hiçbir zaman istenildiği gibi olmayacaktır. Hatta dönemin veya evrelerin kaçınılmaz limitleri içinde hayatın geliştiği daha doğru bir yaklaşımdır. Mucizeler ve paketlenmiş ütopyalar tarih ve insanlık dışı olduğundan var olandan farklı ve ileri yaşam düzeyleri ancak insanın kendisini ve koşullarını dönüştürme gayretlerine bağlı olacaktır. Bu gayretlerin toplamının kazandıracağı ivmelenmenin getireceği sonuçlar derin ve geniştir. Koşulların kuşatmasını aşmanın şartı, insani hareketlenmelerdir.
İnsan eylemliliği toplumu oluşturmada ve dünyayı değiştirmede belirleyicidir.
Özgürlük konusundaki bütün cümlelerin aynısı emek için de rahatlıkla kurulabilir. Her ikisi içinde çaba ve kararlı tutumlar gerektirir ki, bu da hayatın kendisidir. İnsan soyunun gerçek özgürlüğü ve keremi emek davasını yüceltmekle olur. Tefekkür kapısının anahtarı emektir. Emeği merkeze almakla insan, faydalı, güzel, doğru ve iyi olana sıhhatli şekilde yönelir. Bunun için insan ve emeğinin hür ve irade sahibi olması vazgeçilmez bir koşuldur. Hür ve irade sahibi olmak iki düzeyi zorunlu kılar: Birincisi gerçekleştirilecek çabaya katılımda, ikincisi çabanın neticelerine ait tasarruftadır. Bu çabanın aşamaları olur ama sonu olmaz. Eğer insanın emeğinin etkileri hakkında samimi hayırhah bir düşünceye sahip değilseniz kötümser bir dünya görüşüne sahipsiniz demektir. Bunun dışındaki değerlendirmeler niyet ve sıfat bozukluğudur.
Emek dışı ve karşıtı tüm değerlendirmeler gayri insanidir, ikinci büyük düşüştür.
Emeğin Politikası, Toplum
Tarihin oluşumu, hayat kavgası denilen bir zindelik ve atalet diyalektiğinde gerçekleşir. Değişmeyen insani muhtevaların, tarihin sürekli deviniminin ana aksını belirlemesine şahit olmaktayız. Toplumların sürekli trajedisi güçlerini/imkanlarını kesintisizce harekete geçirmedeki karşılaştığı sürekli engellerdir. Toplumun hayat damarlarının içinden akan ve canlılık kazandıran dayanakların anlamlarını yitirilmesiyle oluşan atalet hali ile ihtiyaçların ve şartların yönlendirmesiyle gelişen güçlü isteklerden kaynaklanan zindelikler, iyilik ve kötülük olguları etrafında şekillenir, en temelde. Bir şekilde tarihin belirleyici bu süreklilik karakterini haiz unsurları, etkisini her zaman hissettirir.
İyilik diye ad koyduğumuz insani muhtevadır.
Sönümlenmekte olan, atalet halindeki toplumlardaki insani muhteva, kökeni ve itibarı olmayan veya sınırlı olan amaç ve süreçlerin üzerine giydirilmiş şeffaf bir örtüdür. Tarihi çıkışa hazırlanan toplumlarda ise insani muhteva hedefleri ve süreçleri belirleyen, köklü değişimleri zorunlu hale getiren bir özelliğe sahiptir. Bireylerin ve toplumların değişim dinamiğini de bu çerçevede tanımlayabiliriz.
İnsani muhteva üzerine gelişen tarz, olaylara ve sorunlara bakışın hem kapsamı hem de niteliğiyle kendisini belli ederek, toplumsal gelişmeler üzerinde mutlaka belirleyici olur. Kurulan toplumsal ilişkiler bağlamında; emek ve emeğin birikimi, akıl ve bilim, eşya ve teknoloji, üretim araçları ve mülkiyet, sermaye, sömürü, savaş gibi olgular; insani muhteva bakışıyla, içeriklerde ve gayelerde farklılaşabilmektedirler. Bu kapsamda insanlar birbirlerinin veresesidir. Devraldıklarını ya olduğu gibi kabul edecek ya da düzetme veya bozma istikametlerinde değiştirecektir.
İnsani muhteva, kurtarıcı, doğrultucu, özgürlükçü, katılımcı ve merhametli muhteviyatla insanların birbirlerinin velisi olmasını sağlar. Yolu ise, doğru, gerçek ve olması gerekenin yapıcı ilişkilere dönüşmesidir. Doğrulukta izafilik olmaz ama yetkinlikte çocuksuluk söz konusu olabilir ve bunun nedeni da eşyanın ve olayların görüntüler dünyasıyla sınırlı kavranması, nedensellik bağlantılarının ihmal edilmesidir. Doğruda kalmak bir davranışsal ilkeye sadakatle mümkündür: Bu ilke ise o işle ilgili en güzel olana ulaşmaktır. Güzel olan, olay ve kavramın içindeki çelişkileri aşarak vardığımız geliştirilmiş idrak düzeyidir. Tüm bunların tamamını kuşatacak genişlikte ve derinlikte çelişkileri ve sorunları aşma üzerine bir fikir ve tavır kurmanın adlandırılması, politikadır. Bu ilkeye göre her çözümleme düzeyinde, gerekli ve ilave sorularla eksiklikleri gidermek ve ilerlemek olumlu ve zorunlu eylemdir. Soru sormak ve cevap bulmak politik tutumdur.
Politika, toplumsal ilişkilerde insanın ve birlikteliklerin potansiyellerini hareketlendiren, arttıran; engellerin kaldırılmasını, eksikliklerin giderilmesini sağlayan nedenselliklerin tümünde insani muhtevanın bulundurulmasıyla özlere veya temellere ilişkin kurulan fikirler ve tavırlardır. Politikayı gerekli ve anlamlı kılan onun bu işlevidir. Bu işlevi ona iki görevi gerekli kılar: Birincisi yeryüzünde büyüklenerek yürümek ve başkasının önüne geçmek isteyenleri engellemek, ikincisi zayıflığı ve eksikliği görülenlerin bu halden kurtuluşun koşullarını oluşturmaktır.
Olaylar arasında kurulan nedensellik ile kavramlar arasında kurulan ilişkiler benzerdir. Kavramların ve olayların bağımsız olarak veya birbirleriyle ilintili şekilde ele alınmasında, zaman ve mekân boyutunu aşan bir yakınlık kurmak zaruridir. Politikanın temel belirlenim alanı, kişinin kendi benliğine ait olanla dışındakilere yönelik davranışlarının özünün işaret ettiği gerçekliklerdir. Politikanın tersi, kapalı ve dar bir alanı tarif eden hakimiyettir. Hür insan ile köle insan arasındaki fay gibidir, politik tutum ve hakimiyetçi tutum. Hakimiyetçilik adlandırması, naifliklerin veya basit sadeleştirmelerin meramın maskelemesini gidermek içindir.
Politika hür insanın hürleştiren faaliyetleridir. Olumlu ve pozitif içeriği, onun özünden ve objesinden kaynaklıdır. Politik tarzda insan öznedir, süje değil. Özne olan insan; vatandaş, yoldaş, arkadaş, dost tesmiye olunur. Serf, reaya, ücretli işgücü, sözleşmeli veya sözleşmesiz kölelik hakimiyet tarzlarının ifadeleridir. Politikada idare, birliktelik ve ortaklıkla şekillenir; hakimiyette idare, kabul ettirilir. Politika söz eşitliği, imkân eşitliği, güç eşitliği üzerine şekillenir, hakimiyet eşitsizliklerin sonucudur. Politika tezkiye, aydınlanma ve tahiyye amaçlı olarak müzakere ve istişareye dayanır; hakimiyet ise eksikliklerin, acizliklerin bahanesi üzerinden kurulan sınıfsal ve feodal tipte erk kumpasıdır. Politikanın iktidar arayışı haline dönüştürülerek pejoratif bir kalıba sokulması kastidir. Dar çıkar gruplarının ve tekelleşmiş sermaye gruplarının ihtiyaç ve beklentileriyle geliştirilen eylemler hakimiyetçi karakteri haizdir, politika olarak adlandırılması yanlıştır.
Sonuçta insanın kendisine ve başkasına dair beslediği gerçek niyetler ve duygularla belirlenir her tavır.
Bu haliyle politika insani muhtevanın takdir edilmesidir. Politika, anlayışta tamlık ve bütünlük, meramında başka anlama çekilmeyecek kelam gerektirir. Bunun için yapılması gereken toplumun varoluş dayanaklarını somut tarzda güvenceye almaktır, eminliğe kavuşturmaktır. Bunun doğru ve belirleyici yolu, toplum ile insan ve toplum ile diğer toplumlar arasındaki güven ilişkileridir. Güven özgür iradeler üzerine gelişen karşılıklı kabul ilişkisiyle sağlanır. Kabulde, kişisel veya toplumsal imtiyazlı ayrımlar, asimilasyon taktikleri, zorlama ve şiddet, toplumu savunma sorumluluğundan kaçma, ilişki sınırlarını tanımama, faiz, kadını aşağılama, hamisiz kişilerin varlığı, birey mahremiyetine ve kamusal olana tasallut uygulamaları, insani muhtevaya aykırılığı esas alınır.
Güvenin somutlaşmasının koşulu barış ve verimliliktir. Bunlar birbirlerinden ayrılması mümkün olmayan amaçlardır. Bu amaçların vasıtalarını oluşturmak ve bunu herkes için aynı vasıtalarla yapmak politikanın vasfıdır. Hayatın verimli kılınması ve sulh, canlılar aleminin belirgin özelliğidir. Sorunların kavranmasında ve çözümünde, umursamazlığın hareketle ortadan kaldırılmasında, boşluk ve gevşekliğin yerine ümidin yerleşmesinde ve sıhhatli zindeliğinin gelişiminde verimlilik ve sulh arayışı, doğru yönelimlerin kaynağı olacaktır. Verimliliği, kısa insan hayatı içinde, niceliksel artışa bağlı ilgilerin ötesinde yeniden kurmak, sulhu ise bugünün ötesine taşıyacak genişliğe ulaştırmak, insani muhteva için zorunludur. Sevgi, bilgi ve el kuvvetlerinin amaçlarının ve usullerinin düzenlenmesi, hayrın geliştirilmesi ve kötülüğe sebep olacakların engellenmesi, verimliliğin ve sulhun kurucu ve dönüştürücü yoludur.
Verimlilik ve sulh, iyimserliklerin temelidir.
Güvenlik ve verimlilikte amaç; iyiliklerin teminatlar sistemine bağlanması ve insani kaygıların giderilmesine matuf bir tavırla son halin bir öncekinden daha iyi olmasının sağlanmasıdır. Yapılması gereken, ortaklığa ve birliğe giden yolların gerçeklikler üzerinden ayrımsızca genişletilmesidir. Sulh ve verimlilikte kapsam sınırlamalarla daraltılamaz. Çalışmalar, en az üç kuşağı, yetişkin, çocuk ve yaşlıları, sıhhatte ve hastalıkta ihata edemiyorsa; tabii dengenin korunmasını sağlamayıp bozulmasının nedeni oluyorsa; diğer toplumların faydasına bir katkı sağlamayıp zararına sonuçlanıyorsa; genişleyen ve ilerleyen birlikteliklere ilerlemiyorsa sulh ve verimde sorun var demektir.
Varlığının gerekçelerini ve dayanaklarının yitirilmesi, toplum olmaktan çıkıştır. Toplum da tıpkı insan gibi özne olma özelliğini yitirirse o artık başka bir şeye dönüşmüştür. O kendisinin üstünde belirleyici olan harici etkenlerin nüfuzu altında kalmıştır. Marazi zindelikler bu düşüşün önemli nedenidir. Marazi zindelik iktidar olgusuna yol açar. Politik ile iktidar birbirlerini dışlayan iki ayrı düzlemde gelişen tarzlardır. Politik olan toplumun gündelik yaşamsal işleyişinin doğal, kendiliğinden sonucudur, görev ve sorumluluğun yüklenilmesi, tevdi edilmesiyle ilgilidir. İktidar dışsal bir erk üzerinden kurulur. O kendisini topluma kabul ettirmenin yollarını amaçlar, görev ve sorumluluk üstlenme araçsaldır.
Büyüklenme ve kuvvetlenme arzusunda toplumun araçsallaştırılmasını politika olarak betimlemek insanlık tarihinin en büyük yanılgılarından biridir. Bu öyle bir yanılgıdır ki insanlığın mücadelesini gölgelere yöneltip onu gerçeklerden uzaklaştırmaktadır. İnsanın hayırlı yollarının üzerinde bağdaş kurup oturan şeytan kendisini asla düzeltmeyecektir. Onun işi, toplumsal ilişkilerin medarı olan politikayı iktidar oyununa dönüştürmektir.
Politika toplumun ve insanlığın selametine yönelik maksatlı teklifler ve tedbirler bütünüdür. Politika, toplumun tüm üyelerini birlikte kendi nam ve hesabına karar ve uygulama süreçlerine katmaktır, tüm çalışmalarda eşit ortaklığın kavramsallaştırılmasıdır. Politika egemenlik devri veya egemene vekalet sistemi değildir. Bu sebeple politika toplum üstünde her türden iktidarın sınırlandırılması görevini de doğal olarak üstlenmek zorundadır. İnsanlığın ve toplumların yükselen, aydınlık yollarının açılmasına olumlu katkılar, toplumun düşüşüne neden olacak marazi zindeliklere mâni gayretler, külliyen politiktir. Hukuk, savaş, ekonomi, güvenlik, mimari, estetik, ahlak, kültür, bilim, sanat gibi insana ve topluma ait tüm edimler bu kapsamdadır.
Politika ancak emek ilişkileri üzerinden, somut koşulların içinde gelişen tavırlarla gerçeklik kazanır. Bunun dışında insanın ve toplumun konumu, yan yolda beklemektir, aldanıştır. Yalanı gerçeğin yanında tutmak tabi ki özel bir çaba gerektirir. Katmak ve karıştırmanın insanların başına açtığı gailelerin neticeleri gözler önündedir. Bir iş ya muhkemdir ya da kırılgan. Emek üzerine bina edilmiş toplumsal ilişkiler insanın muhkem olana yönelmesidir. Toplumsal ilişkilerde emeklerin birlikteliği ve dayanışması dışındaki dayanaklar kırılgan olacaktır ve iktidar hastalığıyla sonuçlanacaktır. İktidar, gücünü sınıflar ve bölme üzerine kurar. İktidarı toplumun politik görünümü olarak görmek ruhbanlıkla dini, ticaretle asalaklığı, alışverişle faizi, müzakere ile dayatmayı bir görmek kadar yanıltıcıdır.
Politikada tarafsızlık, sorunlu bir yaklaşımdır. Kapsam ve tanım gereği iyi işlerde ortaklık kötü işlerde karşı olmak zorunludur. Başka hal mümkün değildir. İyi, daha iyi; kötü daha kötü kategoriler olarak kabul edilse bile zihinleri karıştırmak için kullanılmasına müsaade edilemeyecek anlamlara ve işlevlere kavuşturulmalıdır. Bu kategoriler kabul edildiğine göre içerikleri hakiki manada da çözümlenmiş demektir. O halde ehveni şer bir politik tutum olamaz. Onun zaman ve imkanla ilgili bir tedbir veya teklife dönüştürülmesi ancak daha iyisini eş zamanlı tedbir ve teklif haline getirmekle kabul edilebilir olacaktır. Politikanın gereği budur.
İnsanın tarihi mücadelesi sıhhatli zindelikle toplum olabilme ve kalabilme üzerinde gelişir.
Toplum olmaktan uzaklaşma üçüncü düşüştür.
Toplum veya Sulta
İnsanlığın tarihinde temel problem adaletin menşeinde ortaya çıkar. İnsanlar aynı mesele hakkında, aynı iddiayla fakat farklı kutuplarda konuşmaktadır. Toplumların iç sorunu ile tüm insanların sorunu ortaktır; talan edilmekte olan emek. Daha geniş ifadesiyle hayatlar. Emeğe musallat olma ile değersizleştirme aynıdır. Toplum olmayı beceremeyenler, kendilerini iyi işler yaptıkları zan ve aldatmacası içindedirler. Bu aldanmaların sonu çatışma ve hüsrandır. Birbirlerinin düşmanları olarak yeryüzünde dolaşırlar. Bir arada görünüyor olmalarına bakıp onlara toplum ismi verilmesi hatadır. Bunların birlikteliğini ancak sulta sağladığından toplum ve sulta iki ayrı kategoridir.
İnsan davranışları iki farklı temelden yola çıkar: Sorumluluğa bağlı emek ve la kaydiliğin uzantısı sömürü. Emeğin formasyonu politik toplumdur. La kaydiliğin formasyonu sultacı (iktidar) hakimiyet düzenidir. Toplumdan ya da hakimiyetten yana tavırlarla tarihi kimlikler şekillenir. Toplumdan yana olanların velileri yine toplumdan yana olanlardır. Hakimiyetten yana olanlar birbirlerine varis olurlar.
Tarihin belli kesitlerinde toplumlar o evrenin insani boyuttaki sorunlarının yumağında kendilerini bulduklarından bu sorunların çözümüyle ilgili bir iddia ile de tarih sahnesine çıkarlar. Herkes için uygun ve gerekli olan çözümlerle yani örneklikle. Tüm insanlık nam ve hesabına geliştirilecek bir dil ve uygulanacak program o topluluğu zamanın halesine dönüştürecektir. Bu tip toplumlar insanlık çapındaki sorunları kabul edip kendi içlerinde aşmaya yöneldiklerinde oluşan tektonik hareketlenme benzer titreşimleri insanlık genelinde de oluşturacaktır. Zaman içinde söz hakkı, asli tavrı selamet (barış ve esenlik) üzerinde olana kalacaktır.
Hakkın halesi/rahmeti hep emek davasını izleyen kişilerin ve toplumların üzerindedir. Bu toplumlar ve insanlar yol açarlar, örnek olurlar. Yol açmak, ölçüye riayet ve iyi niyeti ortaya koymaktır. Ölçüye riayet ve iyi niyet; istikameti düzlemek, yüzlerin aydınlıkla birbirlerine bakacağı ve aymazlık zilletinin olmadığı huzur iklimine kavuşmak için takip edilecek doğru izlerdir.
Toplum olmak için her türlü imtiyazın reddi ve emek dışında başka vesilenin aranmaması şartı vardır, başka seçenek de yoktur. Bu iki koşul daima bir aradadır. Bir şekilde imtiyaz varsa emek yoktur emek dışında vesile varsa orda imtiyaz vardır.
Böylesi düşünmenin görünürdeki sonuçlarının ötesinde yaratacağı güzel etkilerinin büyüklüğü hesap edilemez. Bu toplumda ortaya çıkan yeni ilişki biçimleri evrenselleşerek yeni bir boyut kazanır. Yapılanlar artık tüm insanlık adınadır. Bir şartla ki o da kendisinden önceki insani iyilik düzeyinin üstüne çıkmaktır, daha iyisine yol almaktır. Daha iyi iyinin içinde örtük olarak vardır ve benzer cinstendir. İyilik dileyenlerin tarihsel tavırları da bellidir. Her doğan gün yeni bir gündür. Yeni bir aşamadır. Her aşama bir kazanımdır. Her kazanımda adalet yerini bulur. Böylece onların misali, filizini çıkarıp kuvvetlenerek gövdesi üzerinde duran aynı seviyedeki ekinler gibidir.
Her mesele veya iş kendisine yönelik odaklanmayla anlaşılmaya gayret edildiğinde içinde keşfedilen eksikliklerin, kusurların aşılması için gösterilecek gayretlerin tümü, ihsan olarak tarif edilir. İyinin oluşumunda biricik olan işbu yaklaşım toplumsal yaşamın özüne ait olan bir özelliğin de anlaşılmasına sebep olur; toplum hayatı, iyiye yönelik eyleyişlerin bütünüdür. Daha net ifadeyle toplum dediğimiz olgu firaka mâni olan kardeşliği tesis eden bilinçli eylemlerin neticesiyle oluşur.
Emek, ayrımsız tüm insanların emeğinin birliğinde kemal bulur. Birliğe ulaşmamış emek nakıstır. Kendi gelişimini tamamlamak ve birliğe ulaşmak için bir yönelimde olması zaruridir. Edimler insanları buluşturur. Tıpkı büyük bir ırmağın akışı gibi insanlar menziline yatağında ilerler. Bu nehrin yatağı toplumlardır. İnsani vasıfların tezahürü toplumdaki ilişkilerin içinde oluşan hallerdir, yapılardır.
Karşılıklı ihtiyaçların giderilmesi emin olunan kişiliklerle ve yollarla mümkündür. Eminlik niyette ve ehliyette doğrulukla mümkündür. Aslında insanlar emeklerini birbirlerine emanet ederler. Münasebetler emek ve emanet ilişkisidir. Eminlik insanın lehine ve aleyhine olanın bilgisi ile mümkündür. İnsanın yapıp ettikleri kendisine ve başkasına zarar içermemelidir, fayda sağlamalıdır. Bu temelde düşünceyi ilerletirsek insani eşitlik ve birlik düşüncesine ulaşırız. Emek güzel bir hayatın kapılarını açmak, hayatın içindeki ayrılıkları ve sayrılıkları gidermek için değilse ne içindir? Emek, insanın bu dünyada özgürlüğünü sağlayan, evrenle ve insanlar arası kurulan ilişki bağlamında, bir yanıyla hakkaniyet ve diğer yanıyla sebep (vesile) içerikli tüm edimlerin imgesidir. Emek, alemde özel bir fonksiyona sahiptir. Tabiatıyla da diğer emeklerle birlikte anlamını ve değerini bulacaktır, adalet dediğimiz, işte tam da budur. Adalet varılmış bir mertebe değil, insanların eşitliği üzerinde gidilen yolda yapılacak işlerde, gösterilecek tavırlarda vakte ve ölçüye riayettir. Vakte riayet tehirci olmamaktır. Ölçüye riayet haklara kamilen tasarruftur. Adil tavırlar iki başlık altında toplanır; ihtiyaçların temininde dayanışmayı yaygınlaştıran usuller, insanlığın emeğini ve varlıklarını dirençle koruyan eylemler. Toplumun iç konuşması ve dileği ancak bu olabilir. Bu dilek insanların hali hazırdaki hallerini değiştirmeyi ve dönüştürmeyi gerekli kılar. İki günü bir olan ziyandadır. İyileşerek ilerlemek adaletin gereğidir.
Eşitliğin yolu adalet taşlarıyla döşelidir.
Haller ve İnsan
Kötülük ve çaresizlik arasında bulunan bir dünya, distopyadır, insanoğlunun çarmığa gerilmesidir.
Zamanın ve mekânın değerinin verilmesi insanın ve toplumun kemal derecesiyle ilgilidir. Zaman bilinci, vaktinde yapılacak olanın bilgisine sahip olmak ve onu tehir etmemektir. Hayat ile tehirci tavır birbirinin zıddıdır. Tehircilik; bocalama, gevşeklik, dayanıksızlık benzeri yaşamı zedeleyen kusurların nedenidir. Hayırlı işler niyetle beraber hemen yapılır. İnsanlar ve toplumlar şeytanın iki boynuzu arasında dolaşmak yerine her koşulda ve her demde iyinin olabildiğince gerçekleşmesine niyet etmeli, önündeki perdeleri açmalı, hayatın gerçek dinamiklerine bakmalı ve yollarını açması gerekir. Mekân bilinci insanın yeryüzüyle kendisi arasındaki ilişkilerin içeriğinde belirir. Yaratılan her şeydeki haklarda ve tasarruflarda yetkinliğe ulaşmaktır. Bu keşif ve tefekkür işidir.
Hayat sadece eldeki bilgi ve takip edilen geleneklerle sürdürülemez. Onun güçlü şekilde varlığını devam ettirmesi sürekli yeni bilgilere ve insani etkileşimleri kabule hazır olmasıyla mümkün olabilmektedir.
Tarihte hiçbir mesele nihai olarak çözülmemiştir tespitli devrimci incelikle olgu ve olaylara yaklaşılmalıdır. Bu tarzda, fikirler ve edimler vurgulu, etkili sonuçlara dönüşür. İnsanların ve nesillerin özgünlüğünün ve özerkliğinin teminatı da bu tarzda saklıdır. Yeni bir benlik ve vicdan duygusu böylesi iklimlerde yeşerir ve bu insanın vazgeçemeyeceği diriltme/canlandırma vazifesidir. Yenilik ve keşif kudreti var olmanın sanatıdır. Kendilerine mana veren sürekli yaratıcı faaliyetlerle hayatiyet kazanırlar. Aksi halde düşünceler, edimler özsel nitelikleri bozan aynalara ve hile kalıplarına dönüşerek insanı kendi hürriyetinden ve istikbalinden mahrum eder.
Her türden çalışma ve ilerlemenin insanlığın yücelmesinin vasıtasına dönüştürülmesi gerçek, çağdaş ve evrensel bir ihtiyaçtır. İnsan bu çaba içinde kendisini de yeniden şekillendirecektir. Çalışma öz tabiatından sıyrılmadığı ve insani karakterini yitirmediği müddetçe istihalenin, keşfin ve eğitimin sentezini yapar. Toplum, insanların yığınlaşması olmaktan uzaklaşır, teminata bağlı bir gelişim sağlar. İnsanlık, kader denizinde umut gemisiyle arzu ettiği sahili selamete gider.
En uzak milletler birbirlerine bu çağdaki kadar yakın olmamışlardı. Aynı toplumdaki insanlar da bu çağ kadar birbirlerine uzak olmamıştır.
İnsanlık dünyanın her yerinde birbirlerini dölleyen sorunlarla karşılaşmaktadır. Saf veya bir topluma aitmiş gibi görünen sorunlar hemen her yerde başka biçimlerde var olmaktadır. Birbirlerini tanımayan insanlar aynı sorunların ve arayışların etrafında buluşmaktadır. Herhangi bir memlekette ileri sürülen bir fikre bütün kıtalar aynı anda muhatap olmaktadır.
İnsanların, toplumların birbirleri aleyhine niyetler kurmaları her zaman mümkün ve olagelmiştir. Bu tür niyetler, ancak Samiri benzeri, böğüren buzağı yapmasına benzer. Bir tek insana veya bir topluma bir defalık da olsa aleyhine dair niyet kurmak kâinatı titreten ve tüm güzellikleri bozan bir kötülüktür. Irkçılık ve bencillik efsanevi inançlarla ağlarını insanlık ve toplum aleyhine dokumaktadır. Bu ağın zayıf dokuda olması basit bir nedene bağlıdır: İyi, onlar içinse iyidir. İyiliği, kamilen yalnızca kendilerine isabet ettirmek gayretli temanın kuvvetli bir dayanak oluşturamayacağı, nefreti celbedeceği basit bir gerçektir. Bundan dolayı ırkçılığın ve bencilliğin devam etmesi için maskelere ve duvarlara ihtiyaç duyulur. İnsanlar birbirlerinin izlerini bu maskeler ve duvarlar yüzünden takip edemez. En kuşatıcı ve genişletici dayanışma insani edimlerin sonuçlarının birbirlerinin mündemici kılacak şekilde buluşmasıdır. Irkçılık ve bencillik bunu yapmak yerine insani emeğe el koymanın aracına dönüşür.
Hâkimiyetsiz yağma olmaz
Yağmalanan herkese ait evren ve insanoğlunun emekleridir. Feodalite, meliklik, dominyon tesisi, küresel oligarşi, monarşi habitatlarının içinde yeşertilen özel bir ideoloji türüdür, ırkçılık ve bencillik. İnsan, toplum, akraba yerine mistifike edilen bu sahte doğrularla neşelerini ve direngenliğini itibar, servet, güç hevesinden devşirenler, insanlık tarihinde işlerin iyiden kötüye gitmesinin sebeplerini oluştururlar. İnsanlık tarihinin diğer yönü olan işlerin kötüden iyiye gitmesinin iklimi ise oldukça farklıdır. Bunlar; utanma, vakar, tevazu ve güvendir. Sevgisine yön ararken insanın takip edeceği izler bunlardır.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. İnsanların tutkulu hallerinin sadece son yüzyıldaki çatışmaları gözler önünde devam etmektedir. Ellerin dahi görülemediği karanlıklarla sürekli endişe üreten, hayatı sarmalayan kötümserlikler bütün mihraklarıyla ve çarklarıyla sorun haline getirilmesi gerekir.
İnsan var olduğu için düşündüğünden, bilgi ve eylemini belirleyen tercihini yaparak bir yolda yürür, varlığının muhafazasına katacağı değere göre kararları şekillenir. Hayat kimse için kolay değildir. Kalımlı olmak emeğin neticelerinin heba olmamasını gerektirir. Emeklerin heba olmayacağı yol tercihe şayan olacaktır. Bu nedenle yapılan işlerin sonuçları görülebilir ve bilinebilir olmalıdır.
İnsanlığın ortak iyisi emek olgusu üzerine bir yaşam biçimi oluşturmaktır.
Emek ve Sadeliğin Gücü
Kötü temellendirilmiş varsayımlar ve gerçeği yansıtmayan deyimlerden sarfı nazar etmek gerekir. Bu varsayımlar asırlar içinden süzülerek gelen yanlışlıkların ifadesi olabileceği gibi yeni bir yanlışın ihdası da olabilir. Pratik sonuçlarla ve gerçekten nelerin istendiğinin araştırılmasıyla varsayımların ve eylemlerin gerçek değerlerini ve ufuk çizgilerini görebiliriz.
Burada belirteceğimiz yanlış varsayımlar insanlığın sorununun bir kısmını ortaya koyar. Meselelerin anlaşılmasına fayda sadedinde birkaçını belirtmek durumundayız. İnsanları ters akıntıya karşı yüzdürme pahasına takip edilen yanlışlıklar kasti bir kötülüktür, necisliktir. Bu kötülük kendisini ortaya çıkmadan da belli eder.
Kötülüklerin temelinde yatan ve her şer’e kaynaklık eden yanlışlardan biri insanların birbirlerinden üstün olabileceği düşüncesidir. Bu düşünce sanki zorunluluğun ifadesiymiş gibi sunulur; farklılıklar üstünlük sebebi varsayılır. Mantık bu yanlış üzerine kurulduğundan özsel bir değeri olmayan, zamanla aşılacak farklılıklar insanların önüne barikat gibi konur. Oldukça büyük sayılar düşünüldüğünde kendilerini önemli ve üstün sayanların saçmalıkları hemen ortaya çıkar. Büyük sayılar içinde kimseye özel işlevler ve anlamlar yüklemeye geçit vermeyecek kadar büyük sayıda kabiliyet barındırır. Mezarlıklar vazgeçilmez, mühim ve yüce şahsiyetlerle doludur. İnsan her türlü kayıttan kayıtsızdır. Kendisini edna makamında görmeyen insanların birbirleriyle temasında insani bir muhteva söz konusu dahi olamaz.
Muhakkak ki insanların yaptığı işler çeşitlidir. Çeşitlilik hiyerarşik veya ontolojik değerlemenin vesilesi olamaz. İşlerin çeşitliliğinin estetik önemini görememek, piramitsel kalıplar içinde sınıflandırmak, onları anlamsızlaştırır, hakimiyetçiliğin yerleşmesinin nedenine dönüşür. Önemli olan her koşulda faziletli bir iş ve eyleyiş üzerinde olmaktır. İnsanların farklıkları bahane edilerek bir fazilet hiyerarşisine gidilirse toplumlar, ırklar, kültürlerle alakalı izdüşümlerde bu anlayış tesirli olacak, insanla insan arasında, insanla tabiat arasındaki ilişkilerin tamamında menfi sonuçları olacak kullanışlı iddiaların bahanesine dönüşecektir.
Bu menfi gayretin aslında bir amacı var: Nimetlerden farklı yararlanma meşruiyetini kazanmak. İnsanın ilk temel büyük yanlışı bu farklılığı meşru bir hak olarak görmesidir. Bu haksız konum elde edildikten sonra bunu korumak ve artırmak artık temel uğraşı konusu olur. Buradaki kazanım arzusu şeytani bir ayartmadır, amacı zorunlu sadeliği bozmaktır.
Eğer işlerin gayesi salaha yönelikse makbul, faziletli ve üstün; fesada yönelikse reddedilecek, temiz olmayan bir iştir. İnsana faydalı olan ve samimi gayretle yapılan tüm işler eşit derecede güzeldir. Yeter ki layıkıyla ve sürekli olabilsin. İnsana faydalı olan takbih edilecek bir iş yoktur fakat kendi içinde kemale erdirilememiş işler vardır. Kemale erdirmek o işin insan haysiyetine uygun biçimde yapılmasına ulaşmaktır. Sorun niçin ve nasıl yaptığındır. İşin veya yeteneğin ne olursa olsun insanları temelde farklılaştıran eğilimleridir. Bu gök kubbe altında insanın kendi hevasından büyük putu yoktur ve bu put insanın eğilimlerini yönlendirip onu ıslah usulünden alır ifsat yoluna sokar. Bu konuda söylenecek söz herhalde şudur, basit görev yoktur.
Bu meselede insanların yaşadıkları dram ilginçtir: Başlangıçta yaşamları birdi, sonra kendilerinin başlarına açtığı gaileler, zamanla onları kuşatan yaşam stilleri, fizik ya da psişik halleri üzerinde derin etkiler bırakan vasatlarının yapıcısı oldu. Asırların birikimi sanki doğal olanın da bu yaşananlar olduğu zannının sebebi oldu.
İnsanlığın başını belaya düşüren diğer önemli yanlış varsayım, bu alemden istifadede tasarruf yetkisinin nihayetsiz ve sadece insana ait olduğudur. İnsan bu haliyle onulmaz serapa duçar olmuştur. Bu susuzluk, açlık giderilemez. Mümkün olan sınıra kadar her şeye sahip olma duygusu insanı öylesine körleştirmiştir ki yüklendiğinin sadece sıkıntı olduğunu görememektedir. Kâinat geniştir, imkanları olabildiğince fazladır, insanın ihtiyaçlarına da uygundur, herkes için yeterlidir. Fakat insanın evrenle ilişkisi zamanlı, bağımlı ve sınırlıdır. O hiçbir şeyin sahibi de değildir. Her varlığın bu evrenden istifade hakkı var. İnsan kendisine uyumlu olan bu alemi bozma ve istismar hakkına sahip değildir.
Sadelik insanın kendini korumasında yeganeliği olan zorunlu bir tavırdır. İnsan, sadelik ikliminde seferde olandır. İnsan, sadeliğin verdiği kuvvetle ellerini ve yollarını görecek aydınlığa, emeğine sahip çıkacak imkanlara ulaşır. Sadelik uzakları yakın eder, yakınları ırak olmaktan korur.
Sade insanların sıra dışı başarılarının öyküsü her zaman daha ilgi çekicidir. Mülkün, iktidarın, dinin imtiyaza dönüştüğü zamanlarda önemi kalmamış gibi görünen sade insanlar daha da önemli hale gelirler. Onların sadeliği kadar zalimi korkutan bir şey olamaz. Tarihi uzun vadede şekillendiren devletler, krallar, vazgeçilmez mühim şahsiyetler değil sade insanlar ve onların emekleridir.
İnsan, hürriyetinin ve varlığının büyük savunmasını ancak sadelik üzerine kurabilir.
Tarih Yapan Emek
İnsanlık tarihi talan edilen emeğin ve buna karşı yapılan mücadelelerin tarihidir.
İnsanın özgürlüklerinin kısıtlanması, birbirlerine düşman edilmesi, toplumlarının parçalanması, yurtlarının muhasarası, savunmalarının felç edilmesi hep bir maksada mebnidir; insanın kendisinin ve insana ait olanın sömürülmesi. İnsanın özgürlüğüne sahip çıkması, dayanışma ve kardeşlik arzusu, toplumunu güçlendirmek gayreti, yurtlarını savunması, emeğinin hakkına sahip çıkması, kendisini korumak içindir.
Emeğin ve yeryüzünün sömürülmesi aynıdır ve ancak insan hayatını rehin almakla mümkündür.
İnsanların hakları birbirinden ayrılmayan iki hususu kapsar: Emeği hakkında kâmil tasarruf hakkı ve yeryüzündeki imkanlarda eşit tasarruf imkanıdır.
Bu hakları insanlardan almak için kurulan düzenin sahipleri bellidir. Kumpanya sahiplerinin adı bazen tiran, bazen burjuva, bazen sermayedar olup tek dertleri var, insanlar üzerinde hakimiyet kurmak. Çünkü hakimiyet kurmadan hiçbir şeyi istedikleri şekilde elde edemezler.
İnsanın insana hakimiyeti ve insanın insana dostluğu iki farklı tarihi çizgidir ve önemli çelişkilerdendir. Hakimiyet çizgisinin düşünceleri, sebepler bahanesi, işleri ve kurumları dostluk hattınınkilerinden farklıdır. Hâkimiyeti talep edenler niyeti bozuk olanlar veya niyeti bozmuş olanlardır. Dostluğu amaç edenler niyeti düzgün olup niyeti bozmayanlardır.
İnsan önemli eşiklerde yaşar. Umut ve korku, bilgi ve cehalet. İnsan korkudan emin olmak ve umuduna nail olmak ister. Fakat bilgi ve cehalet konusunda çelişkili tutumlar geliştirir. Bilginin açık edilmemesi ve tercih edilmemesiyle beliren çelişki, insanın niyetini dostluktan yana düzeltmesiyle giderilir. Neşesi ve saadeti buna bağlıdır. İnsanı teşvik eden ve sakındıran her duygu ve iş bu eşiklerde şekillenir ve anlam kazanır. Bu eşikler gayretin, çabanın amaçlarını ve taleplerin muhtevasını da belirler.
İnsanlık tarihi aynı zamanda inkarların ve dönüşümlerin de tarihidir.
Asalaklarla ve hilekarlarla dolu, başı sonu belli olmayan kasvetli hayat için her cinsten ve her boydan kuvvetler biriktirmek, insanların hak ve taleplerin bastırılmasında güç kullanımını tekelleştirmek, kapsamlı ve acımasız mülkiyet ve ceza kanunları düzenlemek, yapılacak her iyi teşebbüsün yollarına oturmakla hakimiyetlerini korumak ve devam ettirmek niyeti bozukların işidir.
Savaş, şiddet, insanları bölmek de dahil ‘’Hakimiyetçiler’in’’ tüm küçük büyük organizasyonların bellidir, toplumların insani emek üzerinden gerçekleştireceği birlik ve kardeşliği engellemek. Tüm eşitsizliklerin kabulünde, fedakarlıkların istenmesinde, hakkaniyetin tehirinde meşruiyet iddiası ötekiyle rekabet ve güya ilerleme dinamiğidir. Farklı ve üstün olma iddiası insanlığın en büyük nifakıdır. Bu rezil bir hastalıktır. Ötekinin de iddiası aynıdır. Dolayısıyla merceği tüm toplumlardaki eşitsizlikler üzerine tuttuğumuzda benzeşen, türdeş bir sınıf ve egemenlik ilişkileriyle karşılaşırız. Toplumlararası veya toplum içi eşitsizlikler insan yaşamının sanki zorunlu yapısıymış gibi. Hesapta emek özgürdür gerçekte ise büyük sayılar için yaşam boyu kölelik. Mutluluk tesadüflere bağlı, bilinmezliklerle sırlanmış bir kumpanyadan çıkan ikramiye. Körü körüne boğuşmak insana yakışan çalışma değildir, ataletten kötüdür. Bu tür çalışmaların sonu nimet değil hüsrandır.
Toplumların, insanların kırıcı rekabeti yerini dayanışma ve daha iyi olanı yapmaya yönelmelerinin zamanı gelmedi mi? İnsanların konuşacakları, anlaşacakları zemin bu gök kubbenin altında ne olabilir ki? Büyük sayıda ve basit insanların yani hep üzerinde hesap yapılan ve birbirleriyle anlaşması gerekirken düşmanlaştırılan insanların kardeşliği ve birliği dışındaki tüm amaçlar gayrı meşrudur.
İnsanların eşitliği ancak emeğin hâkim değer olduğu bir hayatla mümkündür. Eşitlik ve emek su ve ağaç gibidir, emek ile yaşam ağaç ve meyvesi gibidir. Emek olmadan eşitlikten ve insanın özgür şahsiyetinden bahsetmek imkansızdır.
Emek ve insanın hürriyetine dair hayırhah bir fikri olmayan her tavır kötülük illetiyle maluldür.
Bu kötülükler iki temel sütün üzerinde gelişir: Birincisi imtiyazlar sütunu, ikincisi kastlar halinde organize edilmiş ücrete bağlı insan çalıştırma sütunudur.
Yaşamın insan istek ve mutluluğunun dışında akması ancak emeklerin ve mülklerin ahzu kabz edilmesiyle mümkün olabilmektedir. Ücretli emek istihdamı ve imtiyazlar tümden ortadan kaldırılıncaya kadar insanlığın göz yaşları dinmeyecektir. Hakça düzen başkasına değil emekçilerin yalnızca birbirleri için çalışmasıyla oluşur. Kötülükler böylelikle ortadan kalkar. Savaşlar anlamını yitirir. Dünya daha az sömürülür. İnsanlar yeryüzüne çiçek gibi serpilir, sınıflar ortadan kalkar. Acıların ve kokuşmuşlukların baht olmaktan çıktığına şahitlik eder insanlık.
Niyeti bozukların yolu eşitsizlik yoludur. Hilekarların yolu. Paylaşamayacak, kan dökecek; barışmayacak, savaş çıkaracak; sevemeyecek, nefret edecek; kendisine ve herkese zarar verecekler, kaybedecekler. Hep de kaybediyorlar farkında değiller, göremiyorlar.
Hayatı seçenlerin yolu emek yoludur, sirkat yolu değil. Emek yolunda ilerleyenler niyetleri bozmamışlardır. Kendi emeklerini diğer emeklerle bir ve eşit görüp, saygı duyarlar. Birlik ve barış ararlar; sevmek imanlarıdır. Bu yolda mağlubiyet yoktur.
Ey insan sana anlatılan gerçek dışı hikayelerin tümünü elinin tersiyle gitmesi gereken yere gönder. Bırakın aklı evvelleri, bönce hükümlerde bulunanı, sahte ahlak simsarlarını. Emeğiniz sadece sizin hakkınızdır ve emekten başka tek hak her insanın evrende var olmaktan kaynaklanan ortak hakkıdır.
Ey insan zaman da sana ait mekânda. Senin olanı sana pazarlayanları gör. Onların ortaya sermaye diye sundukları aslında senin hayatın. Sunakta olan sensin. Harmanda savrulan sap sensin, hem de kendi elinle.
İnsanların emekleriyle birlikte örgütlenmesi, koşulların ve imkanların emek ekseninde yeniden oluşturulması, hayatın hür insan emeği üzerinden yeniden kurulması mümkün ve zaruridir. İnsanlığın ortak iyisi emek olgusu üzerine ilişkileri dönüştürmek ve yeni bir yaşam biçimi oluşturmaktır.
Emek ve Değişim
Hayatın öğrencisi olmakla başlar her güzellik. Öğrenci kalmak insanın kendisine karşı sorumluluğudur. Öğrenmek ve düşünce geliştirmek de bir eylemdir. Fakat düşünce ile ön kabuller karıştırıldığından göreceli ve dayanıksız kriterlerle muhatap olunur, olan biten anlaşılmaz hale bürünür.
Aydınlanma, alaca karanlıkta sunulan göreceli kriterlerin müşterisi olmaktan kurtulup gerçek bir düşünce emekçisi olarak, olan biteni en başından anlamaya ceht etmekle başlayacaktır. Olguları ve olayları olabildiğince en baştan ve bir akış bütünlüğünde ele almak aşamalara, kesintilere, sürekliliklere, sıçramalara ve belirgin olanlara dikkat yöneltmektir. Gözleme ve teste tabi olabilecek anlayışla sorunlar kavranır ve aşılır.
Hayatta hiçbir şey rastlantı eseri değildir. Tesadüf diye bir yaratıcı yoktur. Tefrit ve ifrat, olumlu her hamlenin akametinin sebebidir. Tefrit, işi tesadüfe bırakmaktır. Her şey üzerine hâkim olma, egemen olma iddiası da beyhude olup, ifrattır. Kötülük varsa tasarlandığı ve engellenmediği için vardır. Güzellik varsa niyet edildiği ve gayret edildiği için vardır. Olan biten ya bir eylemin ya da bir ihmalin neticesidir. Tabiatla uyum içinde ve insanlarla bir ve beraber çalışmadır gerçekçi ve doğru olan. Doğru veya yanlışı belirleyen en genel çerçevede olmazsa olmaz koşullar vardır; olgu ve olayların mahiyetini kavrayarak hükümleri evrensel ve kati esaslara dayandırmak, işleri ve sonuçları sebeplere bağlamak gibi. Bu gayretleri önemseyen toplumun iç işleyişinde; bir işi sağlam ve düzgün yapma azmi, birlikte çalışma iradesi, gerçekliğin zemininde ilerleme, hakkın hidayetiyle hakları gözeterek; niyet ve kararlarda açıklık, davranışlarda yumuşaklık, kusurları düzeltme imkânı, daha iyisini yapma arayışları gibi temel özellikler vardır.
Fosilleşmenin erdemsizliğinden temizlenerek, insan, yüklendiği ve katlandığı zararları giderilebilir. Bir insan ve bütün insanlık aynıdır. Her insanda bütün insanlık cemedilmiştir. Bu cem haliyle hayatiyetin devamı için hareket ve ilerleme zaruridir ki bu varoluşsal zorunluluktur. Değişimin yönü ileri doğru olacaktır mecburen. Geriye dönmek mümkün olmayıp sorunları yeterince anlamamaktan kaynaklanan tepkisel bir tutumdur.
İnsanlar ve nesiler bu konuda yalnız değildir, o tarihinde bolca iyi örnekten ve kötü sonuçlardan devşireceği bilgilerle ve esinlerle mücehhezdir. Daha açık ifadeyle önünde ‘’İnsanlık Tarihi’’ laboratuvarı vardır. İnsanoğlu için uygun olan ve uygunsuz olanlar nelerdir, nelere yönelecek ve nelerden kaçınacaktır bilgisi, doğrular ve veriler düzeyinde, herkeste bir biçimde vardır.
Yeni bir medeni toplum kurmadan insanlık karşılaştığı sorunların hiçbirini çözemeyecektir. Dünya oldukça küçüldü ve tarih hızlandı. Artık tüm insanların kaderi ortak. Fanus içinde toplum yoktur. Toplum sayıya bağlı bir olgu değildir. Yeryüzünde daima doğruyu gösteren ve hakkıyla adaleti yerine getiren, insanlığın dayanağı olacak toplum çalışmaları vardır ve her zaman olacaktır.
İnsanlık, sorunlara tanı koymada ve çözümde bir ortaklığa ulaşılırsa yeni bir çağın başlamasının ilk adımı atılmış olacaktır.
Nasıl başladığı belirsiz ve bitimli hayat insanlığı güçlü kılacak donanımlardan mahrum bırakmaktadır. İnsan, çok yavaş işleyen süreçte belirsizlikten belirsizliğe yol almakta olup adeta değişmez şartların mahkumudur. İnsanı yenilgiye uğratan bu temadır. Belirsizlikler giderilip net bir belirlenime gidilmelidir. İnsanı dinamik kılacak güçlü düşünce, gerçekleri yeniden güçlü biçimde kavramadan geçer: Zaman ve varlık kavranabilir, değerli kılınabilir, açıklanabilir olgular olmak zorundadır.
Alem yaratılmıştır. Her varlık bağımsız bir gerçekliğe ve anlama sahiptir. Bir başlangıcı vardır ve bitimsizdir. Yaratma olmuş bitmiş bir şey değil sürekli devam etmektedir. Alemi yaratan ayrımsız her şeyi bilir ve kuşatır. İnsan yardımsız kalmayacaktır. Ölüm her şeyin sonu değildir. Her iki yaşamda da hesap ve mizan gerçektir ve adaletin gereğidir. Hayat sürekli yenilenmelerle ve yeniden bütün gerçekliği ile kurulacaktır. Zaman ve varlığın anlaşılır olmasını sağlayan bu yaklaşım iki dünyayı birbirinden kopuk olmayan tek dünyaya veya devam eden bitimsiz hayata dönüştürür.
Bu anlayış içindeki insanın tutsak olması saçmadır. Yalınlaştırılmış ve sıradanlaştırılmış anlayış ve görüşler insan gerçekliğiyle bağdaşmaz. Çünkü, insan araştırır, öğrenir, hareketlidir; evreni ve işleyişini algılayabilir ve müdahale edebilir. Bilinemezcilik ve değişmezlik safsataları insan için tasarlanmış hilelerdir. Güçlü düşünceler, hileleri sıfırla çarpar, insana geniş ve düz bir yol açar. Her yol açma bir sıçramadır, devrimdir. Tarihin her evresinde her nesil için devrim anı söz konusudur.
Her çağ bir devrimle gelir. Her çağın insanının sorunları ve eyleyişi de farklıdır. Devrimler görünürdeki etkilerin çok ötesinde sonuçları da beraberinde taşırlar. İnsanlık artık özlemleriyle, gerçekleri kavramasıyla, önündeki engelleri tanımasıyla, neyi nasıl yapacağını bilmesiyle yeni bir evreye girmiştir. İnsanın somutlaştıracağı politik yönelim nettir, arza ve emeğine sahip çıkacaktır.
Her güzellik olan biten kötülüklere hayır demekle başlayacaktır. Gözler ve eller heves ve hırs mihraklarının hegemonyası için değil insanlığın hayırhah bir geleceği için işlev görecek, kulaklar ancak selam sesini işitecektir.
Çalışmaya bir mana katmak gerekir. İnsanı eğip büken, esir eden, yurtlarından ve sevdiklerinden ayıran, bitirilemeyen yoksulluklardan, bir türlü kavuşulamayan nimetlerden başka bir işe yaramayan çabalar insan için bir mana ifade etmez. Şeytani bir tuzağa düşmüş insanlık. Yaşamı güzel ve değerli kılan her şey ayaklar altında.
İnsan aklını ve enerjisini özgürleşmesine, özgürleşmek için her türden imtiyazın ortadan kaldırılmasına, ayrımcılığın yok edilmesine, razı olunan bir hayatın yeşermesine gayret edecek ve kör taklidi ve alışkanlıkları sabırla ve azimle tahtından kaldıracaktır.
Her türden kötülüğün büyüsünü bozacak olan ilaç sevgidir. Özgürlük, eşitlik, birlik hep sevgi kaynaklıdır. Sevgi yoksa her şey yarım yamalaktır. Sevgi sözle hayat bulur, insan sözüyle.
Bilinen gerçek şudur emek sahibi insanlar, giriştiği bütün mücadelelerde, birlik olduklarında, istediklerini almışlardır. Bu çok doğal bir sonuçtur çünkü, gerçek güç insanların dayanışmasındadır.
Sonuç;
İnsanın yeryüzünde kan döken ve ifsat eden olmadığı hakikati belirecek ve Allah’ın muradı gerçekleşecektir.
Musa Akbal
26 Mayıs 2023